Ağrı elbette sevimsiz bir şeydir ancak hayatta kalabilmemiz için de gereklidir. Canımızı yakan şey bizim için yaşamsaldır. Asıl sorun bu ağrının uyarıcı fonksiyonunu yitirip yaşamın her anında var olması ve bir türlü bizi terk etmemesidir.
Yaşam beklentisinin belirgin bir şekilde arttığı günümüzde sağlıklı ve mutlu yaşlanma hepimizin en büyük önceliği haline geldi. Uzun yaşam yolculuğuna ağrının eşlik etmesi bu yolculuğu tatsız ve çekilmez hale getiren en önemli unsurlardandır. Kalıcı veya şiddetli ağrılar, bir ağrı belleğinin oluşmasına yol açar. Sinir hücrelerimiz oldukça akıllı oyunculardır ve öğrenme konusunda son derece yeteneklidirler. Ancak bazen sinir hücrelerimizin bu öğrenme kapasitesi istenmeyen kronik ağrı gibi sonuçlar da doğurabilir. Sinir sistemindeki toksik bileşenler ve dengesizlikler de aşırı gerginliklere, gerilimlere yol açarak kronik ağrıyı destekleyebilir. Şansımıza, kronik ağrı, umutsuz bir çıkmaz sokak olmayıp, doğru bir tedavi ile onu etkin bir şekilde yönetebiliriz. Ancak söz konusu kalıcı ağrıyı birkaç günde etkili bir şekilde dindirmek de çok kolay değildir. Bu şikayetlerin tamamen tarih olması için zamana ihtiyaç vardır. Bu sürenin sonunda ağrı azalmaya başladığında neredeyse yaşama bir sihirli değnekle dokunulmuşcasına etki yaratır ve yüzümüze bir gülümseme katar.
Sonuç olarak; “Andulasyon”, ağrı sinyalleri üzerinde nörofizyolojik ve hormonal bir süperempozisyon oluşmasını sağlar. İlk aşamada, negatif ağrı sinyallerine süperempoze olan pozitif sinyaller tetiklenir. Bu süperempozisyon işleminin sonucu olarak beynimiz, artan miktarda pozitif sinyal ve uyarı almaya başlar, işte bu sinyaller ağrının giderilmesini sağlar. İkinci aşamada ise Andulasyon’un düzenli olarak uygulanması, “vücudun doğal ağrı gidericisi” olarak tanımlanan endorfin salınımı sağlar.